Nazım Hikmet’in çok sevdiğim Ceviz Ağacı şiirini ister istemez hatırlatan adıyla Faysal Soysal’ın ikinci uzun metraj filmi, 39. İstanbul Film Festivali’nin yarışmalı bölümünde dün itibariyle gösterildi. Online platformda da paralel biçimde gösterilen Ceviz Ağacı, 3 ayrı yazar karakterin başrolde olduğu festival filmleri arasında, bu anlamda en iyisi diyebiliriz.
Başrolünde taşrada doğup büyüyen bir edebiyat öğretmeni olan Hayati’yi seyrettiğimiz film, travmalı bir çocukluktan sıyrılamayan ve ilk kitabından sonra da yazma konusunda tıkanan bir yazarı merkezine oturtuyor. Aslında Hayati’nin hayatı henüz daha çok küçükken öyle bir noktada tıkanıyor ki, bu açmazı ömrü boyunca omuzlarında taşıyor sanki. Sanki bu yük nedeniyle fiziki olarak da omuzları hep düşük, sırtı kambur Hayati’nin…
Kitapları kendisine bir sığınak yapan bu adam, çalıştığı okula atanan resim öğretmeni Yaprak ile tanışınca hayatına farklı bir renk ve evlilik kurumu girmiş olsa da, bir süre sonra Hayati’nin hayattan kopukluğu Yaprak’ı da aşağıya doğru çekmeye başlamış. Zira Soysal’ın senaryosu sıkıntıların baş gösterdiği günlerde değil de iplerin kopma noktasına geldiği yerde yapıyor çift için açılışı. Bu noktada şunu söylemek gerek yönetmen Soysal, Yaprak karakterini hayata dair istekli, hırslı bir kadın olarak çizerken (Yaprak da öğretmenliğin yanı sıra aslında ressam), filmin ilk çatışması için dengeyi iyi tutturmuş. Fakat yapı itibariyle taşra muhafazakârlığının “suçu kadına yükleme” refleksini avantaja çevirecekken, maalesef senaryoyu finale taşıyan hamlede yine kadına karşı tutuculuğu haklı çıkarttırıyor. Üstelik bunu da başkarakteri Hayati’nin travmasıyla ve kendisiyle yüzleşmesi pahasına yapıyor! Yani yine “erkeklik” kazanıyor…
Muhtemelen senaryoyu kurgularken Soysal’ın doğrudan amacı bu değildi ama kadın araştırmalarında kullanılan yöntemlerle bir okuma yaptığımızda, maalesef kasaba kıraathanesindeki ‘yargıçların’ varlığını olumlayan bir döngü çıkıveriyor önümüze. Hele ki kadın cinayetlerinin fütursuzca ayyuka çıktığı şu zor günlerde, keşke erkek kahramanı kurtarmak adına su testisi su yolunda kırılmasıydı!
Tüm bunlar arasında da, kaderi kesilmek ya da bağışlanmak arasında gidip gelen evladiyelik bir ceviz ağacı, her şeyin tanığı olarak simgeleşiyor filmde. Yönetmenin kullandığı bir başka yöntem de iç içe geçmiş rüyalardan, yer yer gerçeküstücülükten faydalanmak. Bu sahneler Hayati’nin yazıp yazıp üstünü çizdiği satırlarla birleşince, edebi bir seyir zevki veriyor. Öte yandan kadraja giren kitaplardan Kör Baykuş, Suç ve Ceza ve tabii ki Oğuz Atay külliyatı Soysal’ın film içerisindeki göndermelerine de hizmet ediyor.
Yine bir karakteri üzerine derisi gibi işleyerek giyen Serdar Orçin, filmin hemen hemen her karesinde karşımıza çıkıyor. Hayati’nin ‘hayatsızlığı’ Orçin’in de içine dert olmuş gibi. Sezin Akbaşoğulları kendi ayakları üzerinde durmaya kararlı Yaprak’ı tam da kendisinden beklediğimiz gibi canlandırıyor; zira bu tarz roller tam onun kalemi bir yandan da.
Fonda Bolu’nun Göynük ilçesini neredeyse sokak sokak gezdiğimiz film, görüntü ve sanat yönetimi açısından geçer puan alıyor. Bazı kadrajların başarısı Göynük için çekilmiş turistik bir tanıtım filmi tadı veriyor seyirciye.
39. İstanbul Film Festivali’nin yarışma bölümünden kucağında ödülle ayrılır mı Ceviz Ağacı bilemiyoruz ama festivalde kaçıran seyirciler, vizyona girdiğinde bir şans verilebilir. Yine de sinemacılarımızı kadının beyaz perdedeki temsiliyetini kaleme alırken daha geniş yelpazede düşünmeye hatta feminist okumalar yapmaya davet ediyoruz…